16 Mart 2014 Pazar

Paronia Agent



Paranoya tehlikeli bir duygudur

İzlediğim her yapımıyla daha çok üzüldüğüm, keşke dediğim biridir Satoshi Kon. Tarzını, karakterlerin yapılarını ve psikolojiye yoğunlaşmasını seviyorum. Geç de olsa Paranoia Agent'ı izledim ki kendisi diğer yapımlarından farklı olarak film değil bir anime seri.

Tokyo'da eli sopalı (bizdekiler gibi değil ama bu) ve patenli biri insanlara vurup kaçmakta ve bu da doğal olarak toplumda bir paniğe yol açmaktadır. İşin ilginç yanı Shounen Bat olarak nam salmış bu saldırgan bir ilkokul çocuğu olarak tasvir edilir. Maromi adlı pembe köpek katakteriyle popüler olmuş tasarımcı Tsukiko Saki saldırganın ilk kurbanı olduktan sonra dedektif Keiichi Ikari ve Mitsuhiro Maniwa soruşturmayla ilgilenmeye başlarlar. Shounen Bat kimdir ve ne amaçla bunu yapıyordur?



Kimi zaman insanı üzen, kim zaman uçukluklarıyla güldüren ama her seferinde şaşırtan bir anime Paranoia Agent. Günlük hayatta yaşadığımız izleniyormuşuz hissi, bizi huzursuz bırakan duygular, arkamızdan konuşulması ve iş çevrilmesi gibi bizi paranoyaya bağlayan pek çok şeyi konu almış. Yaşadığımız modern çağda ne kadar huzursuz, stresli ve bazen mutsuz yaşamlarımızın olduğunu bize gösteriyor.



13 bölümlük kısa denebilecek ama tadında bırakılmış güzel bir anime Paranoia Agent. Karakterlerin seyirciye bakarak her ne kadar biz duyamasak da histerik kahkahalar attığı ve her birinin kafayı yemiş gibi göründüğü açılış sahnesi de gelmiş geçmiş en ilginçlerden biridir.



Cyanide & Happiness



Biraz sert, biraz absürt mizah anlayışı



Cyanide and Happiness Kris Wilson, Rob DenBleyker, Matt Melvin ve Dave McElfatrick tarafından yaratılmış bir çizgi seridir. Ocak 2005'ten itibaren her gün bant halinde ve çoğunlukla 3 kare olmak üzere yayınlanır. Çoğunlukla Facebook olmak üzere, Tumblr'da ve bazen 9GAG'de de rastlayabilirsiniz. 



Oldukça basit çizimleri vardır. Öyle ki herhangi bir kişi çıkıp ah bunu ben de çizebilirdim diyebilir ki bu doğrudur. Erkek karakterlerin çoğunun saçının olmaz, yüz olabildiğince sadedir (yine de duyguları iyi ifade eder) eller çizilmez mesela. Ancak herkesin böyle garip bir espri anlayışı olamaz. Evet, gelelim Cyanide and Happiness'ı farklı yapan özelliğe. Kelime anlamının Siyanür ve Mutluluk olması seride ne tür şeylerle karşılaşabileceğinizi az çok belli ediyor zaten. Mizahçıların tabu tanımaz, her şey ile dalga geçebilecek bir yapıda olmalarıyla birlikte bazen zorla da olsa her şeyden komiklik çıkartabiliyorlar. Hastalık, cinayet, ölüm vesaire. Normalde rahatsız edici, gülünecek en son şeyler kara mizahla beraber bize kahkaha attırabiliyor. Cyanide and Happiness bazen abartmışlar dedirtse de sevimli denebilecek çizimleriyle birlikte bunu başarabiliyor ve karakter ölse ya da ortada rahatsız edici bir durum olsa bile bunu komik bulabiliyoruz.



Seri o kadar popülerlermiş ki Facebook'ta 6 milyonun üzerinde kişi beğenmiş. Zamanla animasyon seriye dönüşmüştür. YouTube'dan pek çok kısa bölümlerini izleyebilirsiniz. Junk Mail adındaki bu bölüm de en popülerlerinden.


12 Mart 2014 Çarşamba

Çocuk



Berkin Elvan ekmek almak için evinden çıkmıştı. Polisin gelişigüzel attığı bir gaz kapsülü ile başından yaralandı ve komaya girdi. Berkin Elvan'ı dün aylarca süren yaşam mücadelesinde kaybettik. 15 yaşındaydı. Onu hiç tanımadım. Sadece fotoğraflarından gördüm. Hayatı nasıl görüyordu, büyüyünce ne olmak istiyordu, hayalleri nelerdi bilmiyorum. Fark eder mi? O masum bir çocuktu. Gezi Park'ı sırasında onu tanıdık ve bugün son yolculuğuna uğurlandı.

Tüm kültürlerde çocuklar değerlidir. Tıpkı gelecek için dikilen fidanlar gibi ne pahasına olursa olsun korunmalıdırlar. Savaşlarda bile kadınlara, çocuklara, yaşlılara zarar vermeyin denir. Çoğu yerde çocuk öldürmek tabu olarak geçer. Filmlerde, dizilerde, video oyunlarında hayal ürünü olsa bile gösterilmez.

Şimdi tüm bunları düşünüyorum. Herkes Berkin Elvan için üzüldü diye düşünmemiz gerekirdi. Oysa ki ölümüne sevinenler, arkasından küfredip sövenler de, ölümüne üzülmemize bile mani olanlar varmış. Bazıları susuyor, görmezden geliyor. Bazıları da ya konuşuyor ya da Facebook'ta, Twitter'da iğrenç düşüncelerini paylaşıyor. Bu yazıyı yazmamın nedeni bu, çünkü bu iğrenç insan müsveddeleri benim midemi bulandırıyor. Düştüğümüz duruma bakmak istemiyorum. Sırf Alevi olduğu, sapanlı fotoğrafı olduğu, kaşları birleşik olduğu için bir çocuğun ölümünü mazur göremiyorum çünkü ben bir insanım! Bir çocuğa üzülmem için onun görünüşüne, ırkına, diline ve dinine bakmam ve bakmamalıyız. Ancak bu bazılarındaki nefret ve ayrımcılık o kadar yaralayıcı bir hal almış ki ellerinden gelse devletten ve polisten önce onlar koşa koşa gidip öldürebilirlermiş! Görev almış gibi hem de seve seve!

Elbette maktüller, masumlar daha değerli bizim için ancak katillere değer verenler de var. Beyaz bere takan mı dersin, katille fotoğraf çektiren mi dersin, ne yaparsa yapsın polisi alkışlayan, devletin iki dudağının arasından çıkanı dinleyen mi dersin ne dersen de bu insanlarla beraber yaşıyoruz. Çocukların öldüğü böyle bir ülkede yaşıyoruz işte. Tek tesellim Berkin Elvan gibi insanların hep aramızda olacağı ve daima hatırlanacağıdır.


4 Mart 2014 Salı

Damsız Girilmez


"Damsız almıyorum" da denir

Cluba çok giden bir insan değilim. Gece kulüplerine takılayım geç saate kadar dans edip içeyim demiyorum. Sadece Erasmus zamanı böyleydim. Rovaniemi'nin gece kulüplerine haftada en az 1 kere giderdik. Hiçbir yerden hiçbir zaman yanımda kız olmadığı için geri çevrilmedim. İçeri girdim, giriş ücretini ve vestiyer hizmet ücretini (var böyle birşey) ödedim ve insanların arasına karıştım. İyi geçirdiğim geceler de oldu, boş ve sıkıcı geçen geceler de. Türkiye'ye geri döndükten sonra ise Finli, Avrupalı kızların ve iyi müziğin (Serdar Ortaç ve Demet Akalın'la ne kadar havaya girebilirsin ki) olmadığını da düşünecek olursak, club kapılarından içeri adımımı atmak istemedim. Geçen gün oyun dergilerinden tanıdığım bir yazarın foursquare paylaşımında bir pub da olduğunu gördüm. Saat yarım gibi pub ın oraya girdim ve içeri girip selam vermek istedim. Ama güvenlik beni içeri almadı. Birine baktığımı söyledim kime baktığımı sorduklarında da kel, gözlüklü biri dedim. Damsız almıyorum dedi adam. Yazara ulaşabileceğim bir numara olmadığı ve mesajıma cevap vermez diye düşündüğüm için ben de şansımı zorlamadım. Nasılsa duyup bana dalamaz diye içimden küfretmeye başladım. Gittiğim yer bir gece kulübü değildi, içeride çılgınlar gibi bir parti yoktu ve ben de kopmak amaçlı gitmemiştim. Yine de giremedim lan. Şimdi soruyorum: Biz bu saçmalığı yaşamak zorunda mıyız?

Kadınlar güzel görünmek, etkilemek, ilgi çekmek için makyaj yapar ve istediği gibi giyinir. Yeri gelir dans etmek bir şeyler içmek ister. Ancak hiçbiri, haklı olarak, tacize uğramak ve rahatsız edilmek istemez. Damsız girilmez olayı toplumsal ahlak ile bastırılmış, kadınlarla iletişim kurmayı bilmeyen ve bunu anlamayan abazan erkek topluluğunu uzak tutmak için yapılıyor. Amaç toplu bir erkek grubunun girip kadınları kaçırmaması, gelecekse erkeğin yanında bir kadınla gelmesi ve bu sayede içerideki kadınlara sarkıntılık yapılmamasıdır. Sanki tanıdığı herhangi bir kızla gelip sonradan kızı bırakıp diğer kızlara sarkıntılık yapamazmış gibi. Sorun ortadan kaldırılmıyor sadece engelleniyor. Hiçbir club sahibinin Karşı Cinsle İletişim 101 dersi verecek hali yok ama bu iyi bir uygulama mı?

Hadi tüm cins herifleri uzak tuttuk peki kadınları rahatsız etmeyen, iyi huylu, biraz macera, eğlence isteyen yalnız erkekler ne yapsın evlerinde mi otursunlar? Bu erkeklerin kadınlarla aynı ortamda bulunmaya dans etmeye hakkı yok mu? Kadınlara asılan sarkan tek millet bizim ki mi? Diğer ülkelerde böyle olaylar olmuyor mu? Sırf biraz dans edeceğim diye bir kızı ikna etmek cluba sürüklemek zorunda mıyım? Eğer amacım clubtan kız kaldırmaksa o zaman neden tek gidemiyorum?

Biliyorum her erkeğin tipine, giyimine bakarak sen gir sen çık yapılması (bazı ülkelerde yapıyorlar) biraz güç
ama bunun da iyi bir çözüm olduğunu düşünmek istemiyorum.

3 Mart 2014 Pazartesi

Erken Kalkmak



Erken kalkmaktan hoşlanan biri var mı bilmem ama ben nefret ediyorum. Alarm kurmak zorunda kalıyorum çünkü biyolojik saatim tembel ve şımarık bir çocuk gibi. Alarm sesi ister klasik zırrr isterse sevdiğim şarkı olsun her türlü beni rahatsız ediyor. Halbuki alarmı kuran benim yine de ondan düşmanımmışcasına nefret ediyorum. Rüya görürsem, ki pek sık görmem, heyecanlı güzel yerinde onu kesiyor. Elim alarm kurduğum telefona uzanıyor ve - sanki işe yarayacakmış gibi -  5-10 dakika erteletiyorum. Gözlerim yanıyor, boğazım kuru, eminim ki nefesim kokuyordur, saçım başım dağınık ve güya dinlenmem gerekirken uyumadan önceki halimden daha yorgun hissediyorum. Yatağımda yatmak varken yine kalktım s.ktiğimin yerinde diye küfür ediyorum özellikle günlerden pazartesi ise üzerimde bir sinirlilik oluyor. 30-60 dakika içinde etkisi azalıyor ama yine de rahatsız edici. Sonrasında erkenden kalkıp gitmeye değmeyen yere doğru yola koyuluyorum. Belki de oraya gitmeyi en başından beri hiç istemedim.



Erken kalkmak hakkında ne düşünüyorsun diye soran olursa cevabım budur. Benden daha kötü durumda olanlar da var.

İstesek de istemesek de erken kalkmak zorunda kalacağız. Birilerinin erken kalkıp okula gitmesi gerek çünkü başka birileri sabah-öğlen arası öğrenmenin en güçlü olduğu saatler olduğunu söyledi. Sanki eğitim sisteminin bir önemi yokmuş gibi. Birilerinin erken kalkıp işe gitmesi, çalışması gerek yoksa bir süre sonra ihtiyaçlarını karşılayacak paraları olmayacak. Birilerinin erken kalkması gerek ki diğerleri de geç kalkabilsin. Erken kalkmamız gerek çünkü düzen bunu gerektiriyor!