9 Kasım 2014 Pazar

Görmezden Gelme ve İnsan İlişkileri


Bağların sanıldığı kadar kuvvetli olmaması


Artık insanlar konuşmak istemediği insanlara seninle konuşmak istemiyorum demeyip, bunun yerine telefon ve sosyal medyanın arkasına saklanarak kişiyi tamamen görmezden gelmeyi tercih etti. Ancak sosyal medya biraz şeffaf olduğunu için ne yaptıkları belli oluyor. Gelen mesaja baktıklarında ne yazdığını görüyorlar ve o mesajı atan da onun gördüğünü görüyor. Bundan sonra ne olacağı arkadaşlığın ya da ilişkinin sağlamlığına ve meşgul olup olmamaya bağlı. Cevap verecek mi vermeyecek mi?

Düşünün ki bir arkadaşınıza selam verdiniz o da size selam verdi ve konuşmaya başladınız. Bir süre sonra söylediklerini dinlememeye başladı ve tek kelime etmeden çekip gitti. Ya da kasten selam vermedi. Başınıza böyle olay gelse nasıl hissedersiniz, üzülmez miydiniz? Eğer bu büyük bir kabalıksa nasıl oluyor da sosyal medyada makul görülebiliyor? 

Değerli Facebook ve Whatsapp kullanıcıları... Neden bunu yapıyorsunuz? Neden konuşmak istemediğiniz o insanı hesabınızda tutmaya devam ediyor ancak hiçbir zaman cevap vermiyorsunuz? Karşınızdaki insan robot mu? Ona karşı hiç saygınız yok mu? Bu saygısızca davranma hakkını kendinizde nasıl görüyorsunuz, kendinizi soylu mu sanıyorsunuz bilmiyorum ama görmedim deme hakkına sahip değilsiniz artık. Üzgünüz. Siz gördükten 10 dakika sonra başka bir sosyal hesabınızdan paylaşımda bulunduğunuz görülüyor. Lütfen yüzsüzleşmeyin. Meşgul olduğunuzu söylüyorsunuz ama müsait olduğunuzda yine cevap vermiyor, unutuyor ve daha sonra aynısını tekrar yapıyorsunuz. Birbirimizi kandırıp aptal yerine koymaya çalışmayalım. 

Empati kurma yeteneğinizi kaybetmediyseniz kendinize şu soruyu sorun. Siz görmezden gelinmek ister miydiniz?




7 Ekim 2014 Salı

Robotlar

Robotların geçtiği çizgi filmlerde bir robot istenilen komutu anlamadığında "Olumsuz. Bunun için programlanmadım." gibi tepkiler verir. Robot anlamamaktadır çünkü anlama ve idrak etme için yeterli donanım ile programlama onda yoktur.
Benim gözümde bazı insanlar robottan farksız. Özellikle Türkiye'deki modelleri oldukça eski. Aileleri ve içlerinde yaşadıkları toplum tarafından programlanıp salıveriliyorlar. Ama güç kaynağı onların elinde değil, o kadar da özgür değiller. Öyle ilkel programlanmışlar ki basit şeyleri bile anlamaktan yoksunlar. Örneğin, kadın ve erkek eşitliği kafalarını karıştırıyor. Din ve bayrak ile ilgili olumsuz bir yorum yaptığın zaman savunma mekanizmalarını tetikliyorsun ve anında saldırıya geçiyorlar. Düşünmeden ezbere konuşup otomatik cevaplar veriyorlar. Değersiz rutin ömürlerinde işlerini yarım yamalak yaptıkları yetmezmiş gibi boşuna enerji harcıyorlar. En kötüsü de ne biliyor musun? İçlerinde zerre duygu yok. Çünkü el kitapçığında falan yazmıyor. Aynı şekilde vicdan da yüklenmemiş. Kötülük o kadar sıradanlaşmış sensörleri algılamıyor.
Japonya'yı, geleceği falan boşverin. Ülke istemediğiniz kadar robot dolu.

16 Eylül 2014 Salı

İlgi Göstermeden İlgi Görmeyi İstemek



Sosyal medyanın gelişmesiyle herkes kendi varlıklarını internette göstermeye başladı. Facebook'a düşündüklerini yazıyor Twitter'da aforizma retweetliyorlar; Instagram'da yedikleri yemeklerin ve gezdikleri yerlerin fotoğraflarını çekiyorlar. Aslında bu kötü değil. Özgürce isteyen istediği gibi hayatındaki güzel anları paylaşabilir. Ancak insanların ilgiye bu kadar aç olmaları düşündürücü.

Tanıdığım bir kızdan bahsetmek istiyorum. Sıkıcı, sıradan bir hayatı yok. İyi bir işi ve iyi zaman geçirdiği iş arkadaşları var. Bisiklete biniyor, turlara katılıyor, club'ta dans edip eğleniyor, yurt dışına çıkıp geziyor. Güzel denebilecek bir yüzü ve fiziği de hesaba katınca imrenilecek bir yaşantısı var denebilir. Ama insan neden yaptığı her şeyin fotoğrafını çekip paylaşır ya da her işe gittiğinde yer bildirimi yapar anlamıyorum. Bir süre sonra kendini beğenmiş, gösteriş budalası biri olduğunu düşünüp kademe kademe takip etmeyi bıraktım. Bu süre içinde ben de değişik şeyler yapmıştım ancak hiç oralı olmadı. Ön yargılı olmak istemiyorum ama başka herhangi birinin paylaştığı herhangi bir şey ile ilgilenmiş midir merak ediyorum. Tüm bu ilgiyi sadece kız olduğu için mi alıyor? Bu adil mi?

Örnekler arttırılabilir. Bir bağlantıya yapılan hiçbir yorumu okumadan, önemsemeden saçmalayanlar, bir videonun altına kendi websitesini koyup reklamını yapanlar, ne kadar zeki olduklarını göstermek için ukalaca ve saygısızca yorum yapanlar... İnternet devasa bir defile gibi. İnsanlar kendi şovlarını yapıp egolarını şişirmekle o kadar meşgul ki kendilerinden başka herkesi unutuyorlar. "Benim söylediklerim daha iyi, benim yaptıklarım daha ilginç, benim hayatım daha güzel. Sizin hayatlarınız bok gibi. Bana bakın bana bakın" diye bağıran, zıplayan çocuklardan farkları yok.

1 Eylül 2014 Pazartesi

Bikini Çekingenliği

Anlamadığım bir durum var. Yabancı kızların tatil resimlerine bakıyorum. Gayet mutlu bir şekilde boydan boya poz veriyorlar. Türk kızların resimlerine bakıyorum genellikle sadece kafadan poz veriyorlar. Kalanı yok. Arkada deniz, kum olmasa tatile gittiklerini anlayamazsınız. 

Bu tespitten sonra kafam sorularla dolup taştı. Kendi bedenlerinden, kilolarından utandıkları için mi yoksa görecekleri tepkiden korktukları için mi böyle yapıyorlar? Mesela Facebook arkadaş listelerinde olan akrabalarından mı çekiniyorlar? Normalde bikini giymek çok ayıp da sahilde giyince de mi normal oluyor? O bikinili kızın yanına biri oturduğunda üstünüzü örtüyor mu? Yabancılar neden bu kadar rahatlar? Onlar bunu öngöremiyor mu? Onlar hiç mi rahatsız edilmiyor, tacize uğramıyorlar? Onlarda muhafazakar, dar görüşlü insan hiç yok mu?

Kadınların internete koyup paylaştıklarında sürekli bir oto-sansür yapmaları düşündürücü. Aslına bakacak olursanız çoğunun sansürlü bir hayat yaşadığı söylenebilir. Özellikle Türkiye'dekilerin. Eh, kadın giymesine gülmesine karışırsan olacağı budur.

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Sausagefest nedir?



Nedir adında bir seri başlatma kararı aldım. İnternette, sosyal medyada sıkça kullanılan İngilizce kavramları, meme'leri (miim diye okuyun, cıvımayın) açıklayacak ve örneklerle süsleyeceğim. Bir süredir planladığım bir yazı ile başlayacağım.

Sausagefest nedir? Asıl anlamı sosis festivalidir. Tıpkı mangal, barbekü etkinliği gibi insanlar toplanır sosisler pişirilir, ikram edilir ve afiyetle yenir. Ancak aynı zamanda Amerikan argosunda sosis, penis anlamına gelmektedir.



Sausagefest, resimde görüldüğü üzere, erkeklerin kadınlara oranla ezici bir sayıda bulunduğu toplulukları tanımlamak için kullanılır. Geek erkek ağırlıklı oyuncu kitlesi, üniversite mühendislik fakülteleri, erkeklerle dolu bir parti gibi örnekler verilebilir. Ne kadar iyi ve eğlenceli olursa olsun yeterli kız bulunmaması yüzünden bu tarz ortamlar hep alay konusu olur. Gitmeyen kızlar değil de onları çekemeyen erkekler laf yer, ortada laf atılacak bir durum olmamasına rağmen.

Bu sorunun başlıca sebebi erkeğin çok olduğu ortamlara kadınların gitmek istememeleri ve çekinmeleridir. Biscolata reklamı olmadığı sürece "ne çok erkek var oh yaşadık" diye düşünmez her kadın. Ortamdaki tek kadın tüm ilgiyi üzerine çekeceğini bilir. Haklı olarak aşırı ilgiden dolayı rahatsızlık duyacağını öngörür ve sonuç olarak da bu tür bir ortama katılmaz. Tam tersi bir durumda, örnek olarak harem türü animelerde, kızın çok erkeğin az olduğu durumlarda ise sorun yoktur. Hatta erkek için cennet gibi bir ortamdır. Biraz ikiyüzlüce ama öyle.

Bazı durumlarda bu dengeyi tutturmak oldukça zordur.






16 Temmuz 2014 Çarşamba

Trafik Işıkları



Bizim milletin umurunda olmadığı pek çok genel kural ve kavram var. Trafik ışıkları da bunlardan biri. Trafik ışıklarına karşı komik bir yaklaşımımız var.

Sürücülere göre:

Kırmızı: Durmak istemiyorsun ama mecburen dur.
Sarı: Korna çalmaya başla. (Bazı trafik ışıklarında sarı ışık yok ya da yanmıyor.)
Yeşil: Bas gaza hacı.

Dünyanın en kötü şoförleri hangi ülkenin bilmiyorum ama bizim ülke ilk ona girer. Bazı şoförleri arabalarından indirip dövmek istiyorum. Yayalara yeşil ışık yanarken bile geçmeye çalışan var. Saçma ve ayıp.

Yayalara göre:

Yeşil: Karşıdan karşıya geç
Kırmızı: Sen yine de karşıdan karşıya geç. Ama daha hızlı geç. Hatta en iyisi koş!

Bazı yayalar için kırmızı ışığın anlamı yok çünkü yeşil ışığa verdiği aynı tepkiyi buna da veriyor. Defalarca kez buna tanık oldum. Lanet olsun nereye yetişiyorsun da bir dakika sabredip yeşil ışık yanmasını bekleyemiyorsun? Medeni yerlerde insanlar beklerken sen nasıl bu hakkı kendinde görebiliyorsun? Beklemek istemiyorsun. Tek düşündüğün karşıdan karşıya hemen geçmek, arabaların içindeki insanlar umurunda bile değil.

Işık tek başına yetmiyor yazı da yazmak lazım. Kırmızı ışıkta geçmeyin diye. Yazı yazmakta yetmez kanunları uygulamak ve cezası neyse vermek lazım!

Not: Bu arada İngilizce'de kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmeye jaywalking deniyormuş. Bazı ülkelerde bunun cezası olduğunu da bilmiş olun.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Şikayet Etmek



Şikayet, kişinin beklentilerinin karşılanmaması durumunda yaşadığı tatminsizlik ve buna bağlı olarak dışa vurduğu tepkidir. Beklentiye ve buna bağlı hayal kırıklığına göre şiddeti değişebilir. Çok emek harcanan, çok istenen şey gerçekleşmediği zaman kişi kendini kaybedebilir.

Duruma doğrudan çözüm getirmese de kişi şikayet etme gereği duyar. En azından içimdeki öfkeyi kusayım da rahatlayayım biraz diye düşünmektedir. Ancak çevresindeki insanlar buna tepki gösterir. Garip bir şekilde şikayet etme olayı karşılaştırmaya, sidik yarışına çevirirler. Biri "Ben neler yaşıyorum da laf etmiyorum, sen ne hakla şikayet ediyorsun?" diye cümleler kurarak şikayet eden kişiyi haksız duruma düşürüp şımarık damgası vurmaya çalışır. Empatiden yoksun, bencil insanlar ondan rahatsız olmuşlardır. Halbuki kişi sadece düşüncelerini paylaşmak, rahatlamak ve biraz olsun anlaşılmak istemiştir. Kişi özellikle aynı şeyden sürekli şikayet ediyorsa ortada bir sorun vardır. Şikayet her zaman şikayet olarak kalmaz, yeterli seviyeye geldiği zaman sonuca götürebilir.

Şikayet etmek çoğu zaman çocukça bir davranış olarak görülmektedir. Çünkü yetişkin insanlar şikayet etmekten bıkmış, bunun işe yaramayacağını öğrenmiş ya da en kötü ihtimalle alışmış ve pes etmişlerdir.

24 Haziran 2014 Salı

10 Adımda Nasıl Yalnız Kalırsınız?



1 - Her zaman dürüst olun. Asla yalan söylemeyin.
2 - Kimseye borç para vermeyin.
3 - İnsanlara duymak istediklerini değil, söylemek istediklerinizi söyleyin.
4 - Bulunduğunuz topluluğa aykırı yaşayın. Asi olun.
5 - Meşgul olmalarına rağmen insanlarla vakit geçirmekte her zaman ısrarcı olun.
6 - Herkese değer verin ve hak ettiğiniz değeri görmediğinizde insanları sorgulayın.
7 - Duygularınızı gizlemeyin. Doğal olun.
8 - İnsanlara kötü günlerinizi ve sorunlarınızı anlatın.
9 - Uyum sağlamayın. Bırakın onlar size ayak uydursun.
10 - Kendiniz olun, başkası değil.

Tebrikler! Artık sizde yalnız bir bireysiniz. Yalnızlığınızın tadını çıkarabilirsiniz.

8 Haziran 2014 Pazar

Çay ve Bira



Gastronomi, içecek kültürü olayına girmeden sana insanların ne yaptığını anlatacağım. Dinle beni. Çoğu insan kafeye gidince çay, bara gidince de bira içiyor sadece. Bu kadar. Başka bir şeyler içtiklerini görmen biraz zor.

Kafeye gidince bir çay alıp oturuyorlar. Ya oturdukları süre boyunca tek çay içiyor ya da kalkana kadar araya bir çay daha sıkıştırıyorlar. Üstelik Çin çayı, meyve çayı da değil bildiğimiz demleme çay içiyorlar. Sadece kendileri içse yine iyi, bir araya gelip bir kafeye gittiğinde ortama uyum sağlamak adına sen de o sıcak çayı içmek zorunda kalıyorsun. Yazın bile oturup çay söylüyorlar üstüne bir de harareti alıyor uydurmasına ciddi ciddi inanıyorlar. Sıcak bir şey yaz günü nasıl hararet alır lan?


Hadi kafeyi geç. Gençsin için kaynıyor diyelim. Arkadaşlarla bara gidiyorsun ya da barda bir gruba katılıyorsun. Hepsi bira içiyor. Bu sorun değil çok normal. Ama biraz daha yanlarında kalırsan bir şey dikkatini çekecek. Bu insanlar sadece ve biraz yerli bira içiyorlar. Alakasız bir kokteyl ya da bir bardak viski söyle ortamda havan falan olmaz. Anında uyumsuz, garip adam olursun. Başka marka bira söylersen de kız birası mı içiyon, Efes varken bunu mu içiyorsun diye laf edeceklerdir. Sadece bu da değil, fazla içmemelisin. Onlar gibi bir tane içip kalkacak ya da kalkana kadar tek birayla idare edeceksin. Onlara göre amaç sarhoş olmak değil çünkü. Yanlış yerdesin dostum.

Şimdi bana laf edeceksin, ulan milletin parası mı var herkes sen mi diye. Durum böyle değil. Ben ne insanlar gördüm ellerinde son model telefon olanlardan sigara almak için elinden geleni yapana kadar. Bunun adı parasızlık değil. Cimriler ve yenilik sevmiyorlar. Başka insanların zevklerine de saygı duymuyorlar.



Manga Sorunları

Kelime anlamı kaygısız resim olan manga genel olarak Japon çizgi romanı anlamına gelmektedir. Animeden çok önce vardı ve bazı kişiler tarafından animelerden daha önemli görülür. Tabi bu tür kendi içinde başka sorunlar getirir.


1- Öncelik Japon Okurlar


Anime sorunlarıyla kesişen sorunlardan biri mangaların hepsinin ilk Japonya'da çıkması ve Japon okurlar baz alınarak hazırlanmasıdır. Genelde mangalar haftalık, aylık manga dergilerinde yayınlanır sonrasında kitap haline getirilip satışa sunulur.

2 - İlle de Shounen Olsun!


Kelime anlamı genç erkek/çocuk olan shounen ana karakterin erkek olduğu ve gençlere hitap eden aksiyonlu, şamatalı, fanservice'in bol olduğu bir türdür. En çok satan manga dergisi Weekly Shounen Jump'tır ve en popüler manga serileri de shounen serilerdir. Buna Naruto, Bleach ve One Piece'i örnek verebiliriz. Hitap ettiği kitle oldukça geniş olduğu için de manga sanatçıları güvenli bölge olarak bu türü seçip bu kafada bir manga hazırlarlar. Bunun kötü yanı bir süre sonra benzer mangaların gezinmesi ve türe hitap etmeyenleri tatmin etmemesi.


3 - Onlara Ucuz Bize Pahalı


İşin içine telif ücreti, vergiler, çeviri ve basım masrafları vesaire girince mangaların da fiyatı bir hayli artıyor. Japon okurlar oldukça ucuza manga okuyabilirken diğer ülkelerde yaşayanlar daha fazla para vermek zorunda.

4 - Şartların Eşitsizliği


Japonya ve diğer gelişmiş ülkelerde mangalara ulaşmak daha kolay iken Türkiye gibi ülkelerde sadece en popüler serileri ve ilk kitaplarını bulabiliyorsunuz. Sipariş vermek, getirtmek sıkıntılı. Bu seriler hemen getirilmiyor ve 3. maddede olduğu gibi size biraz pahalıya patlıyor.

5 - Do you speak English?



Japonca bilmediğinizi varsayarak bunu soruyorum. Manga çevirileri anime çevirileri kadar yaygın değil bu yüzden yapabileceğiniz en iyi şey (orijinal ya da hayran) İngilizce'ye çevirilmiş mangaları bulup okumak. Tabi İngilizceniz yeterli değilse ana konuşmaları anlasanız bile geride kalanlar, ara metinler yüzünden aradığınız tadı alamayabilirsiniz.

6 - Lastik Ettiniz Seriyi



Popüler serilerin kötü bir yanı bir türlü bitmek bilmemeleridir. Yayıncılar ve manga sanatçılarına paranın tatlı gelmesi, bırakırlarsa sürdürebilecekleri başka projelerinin olmaması ve hayran kitle baskıları yüzünden seriler uzadıkça uzar. Araya bolca filler (hikayeye ciddi etkisi olmayan doldurmak için konulmuş sahneler) eklenir, sürekli yeni karakter çıkartılır, takip etmek zorlaşır ve bir süre sonra sıkmaya başlar. Yeni bir okur seriye başlamakta çekinir çünkü serinin ucu gözükmeyen bir dağ gibi uzaması onu korkutur.


7- Farklılık


Mangayı manga yapan özellikler türe yabancı olan potansiyel okurlar için rahatsız edici olabiliyor. Siyah beyaz çizilmiş olmaları, sağdan sola doğru okunulması, sürekli Japonya'dan bahsedilmesi ve çok sevimli gözükmesi (bu genelleme yanlış olsa da) manga hayranlarını tatmin eder ama dışarıda kalan pek çok insanı kendinden uzaklaştıracaktır.

8 - Üşenmek ve Kıyaslamak



Anime izlemek manga okumaktan daha kolaydır. Ekranın karşısına kurulur ve izlersiniz. Mangalarda ise durum böyle değil. Kitapsa sayfa çevirmek, internette ise sayfa yüklemek gerekir. Animelere fazlasıyla alıştıysanız manga okurken çalan bir müziğin olmaması ve animasyon görememek sizi biraz sıkabilir. En ciddi fark ise kimi zaman manga ve animelerde hikaye ve kurgunun değişebilmesi ki böyle durumlarda ikisini birden takip etmeniz gerekiyor ki bu da biraz yorucu. 

9 - Bekletilmek ve Beklemek



Mangalar dergilerde her hafta yayınlanır. Ancak manga sanatçısının tatile gitmesi ya da bunalıma girmesi bu rutini bozuyor. Tite Kubo gibi okurları trollemek için ciddi mazeret göstermeden kasten çizmeyişi gibi nedenlerden ötürü de yeni sayı beklendiği tarihte çıkmıyor. Sorumlu genelde manga sanatçısıdır. Eğer popüler bir seriyi takip etmiyorsanız seri bitmiş olmasına rağmen bir türlü çevrilmez. Hikayede ne olduğunu düşünür ve bekledikçe beklersiniz.  

10 - Geride Kalmak



Milyonlarca manga okuru olmasına rağmen mangalar halen daha hak ettikleri ilgiyi görebilmiş değiller. Shueisha gibi büyük firmalar ve Shounen Jump gibi dergiler bile hiçbir zaman Marvel ya da DC Comics kadar yaygın, başarılı olamayacak ve hep bunların gerisinden kalacak.

3 Haziran 2014 Salı

Family Guy



Yeter artık Peter (Seth)

Family Guy, The Simpsons'dan esinlenerek yapılmış gibi gözükse de pek çok açılardan farklıdır. The Simpsons'dan daha cüretkar, rahatsız edici ve cesurdur. Homer ve Peter ikisi de aptaldır ancak Peter ve çoğu karakter özünde iyi insanlar değillerdir. Özellikle South Park'ta ve bazı yerlerde Peter'ın alakasız flashback'leri ile dalga geçilir.

İyisiyle kötüsüyle severdim Family Guy'ı ancak artık eskisi gibi eğlenmiyor ve beğenmiyorum. 12. sezon yeni bitmişken eleştirmek gerek. 10. sezondan beri Family Guy'ın komikliğinde ve yaratıcılığında gözle görülür bir düşüş var. Sanki ellerindeki tüm iyi konuları bitirmişler de kıyıda köşede kalanları kullanıyorlar gibi. Kıyaslamak mantıklı değil ama The Simpsons ve South Park sürekli güncel konuları kullanıyor, bir şeyler çıkartıyorken Family Guy'ın geride kalmasına anlam veremiyorum. Peter'ın salaklıkları da artık sıkmaya başladı. Her seferinde saçma sapan bir şey yapıp sonunda çok pişmanım diyor ve özür diliyor. Brian da her seferinde bir kadına yalan söylüyor ve bu öğrenince kadın da onu terk ediyor. Bunun dışında gereksiz ölüm sahneleri ve şiddetle güldürmek, klişe ırk esprileri de bayatladı artık. Ne yalan söyleyeyim, dizi başladığından beri zerre değişmedi. Geldiği gibi dümdüz gidiyor. Arada bir iki karakter öldü, bir iki kişi geri geldi biraz değişti o kadar.



Bunun sorumlusu kim peki? Kim olacak, Seth MacFarlane. başarı duygusundan egosu tavan yaptığı için ne yaparsa yapsın iyi olduğunu düşünüyor ve lanet olsun bunda yanılıyor. Gidip konuşsanız son sezon oldukça iyiydi deyip pişkin pişkin sırıtabilir. Yiğidi öldürelim, hakkını yemeyelim. Aynı anda hem Peter'ı, hem Brian'ı hem de Stewie'yi başarıyla seslendiriyor. Bu yüzden takdiri hak ediyor. Ama keşke kendini bir toparlasa artık.

Family Guy dışındaki yaptığı diğer dizileri de (Cleveland Show iptal edildi zaten) sevmedim. Filmlerini ise izlemediğim için yorum yapamıyorum. Ama söyleyeceğim tek şey Family Guy dışında elde tutulur yaptığı iyi bir şeyin olmaması.


İngilizce İnternet Kısaltmaları



Senelerdir internet kullanıyor olabilirsiniz. Yine de online oyun oynarken ya da yabancı biriyle yazışırken ya da yazılan yorumları okurken bazı kısaltmaları anlamayabilir ya da unutmuş olabilirsiniz. Cahil muamelesi görmemek için de bu ne demek diye sormaya utanırsınız. Demin göz attım, o kadar çok kısaltma varmış gerekli gereksiz ne varsa doldurmuşlar. Karşınıza en çok çıkabilecek olanları burada topladım.

AFK - Away from keyboard 
Bilgisayar başında değil

ASAP - As soon as possible
En kısa zamanda

ASL - Age Sex Location
Kaç yaşındasın, cinsiyetin ne, nerelisin?

ATM - At The Moment
Şu an

BRB - Be Right Back
Birazdan geri geleceğim

BF - Boyfriend
Erkek arkadaşım

CYA - See Ya
Sonra görüşürüz

dunno - I Don't Know
Bilmiyorum

ETC - Et cetera
Vesaire

GF - Girlfriend
Kız arkadaşım

FAQ - Frequently Asked Questions
SSS - Sıkça Sorulan Sorular

F2F - Face To Face
Yüz yüze

IDC - I Don't Care
Umrumda değil

IDK - I Don't Know
Bilmiyorum

FU - Fuck You / FU2 - Fuck You Too
Siktir git / Seni de sikeyim

FWD - Forward
Yönlendirilmiş email

FYI - For Your Information
Haberin olsun / Bilginiz için

GFY - Go Fuck Yourself
Git kendini becer

gawd
Tanrım

GG - Good Game
İyi oyundu

GI - Google It
Google'da ara

GR8 - Great
Harika

GTFO - Get The Fuck Out
Sie, Siktir git buradan

HUH?
Ne?

ID - Identification
Kullanıcı adı

IRL - In Real Life
Gerçek hayatta

IYQ - I Like You
Senden hoşlanıyorum

J/K - Just Kidding
Şaka yapıyorum

K - OK
Tamam 

lo - Hello
Merhaba

LOL - Laughing Out Loud
Yüksek sesle gülmek

L8R - Later
Sonra görüşürüz

LMFAO - Laughing My Fucking Ass Off
Götümle gülüyorum

LY - Love You
Seni seviyorum

NI - Not Interested
İlgilenmiyorum

NOOB, n00b
Ezik

NP - No problem
Sorun değil

NSFW - Not Safe For Work
Herkes için uygun değil / Rahatsız içerici zararlı materyal içerebilir

NTH - Nothing
Yok bi şey

NVM - Nevermind
Boşver

OMG - Oh My God / OMFG - Oh My Fucking God
Aman Tanrım

OT - Off Topic
Konu dışı

PLS, PLZ - Please
Lütfen

PPL - People
İnsanlar

PW - Password
Şifre

P.S. - Post Script
Not, dipnot

RGR - Roger
Anlaşıldı

ROFL - Rolling On Floor Laughing
Yerde yuvarlanarak gülmek

RSVP - Repondez S'il Vous Plait
LCV - Lütfen Cevap Verin

RX - Regards
Saygılar

SMT - Something
Bir şey

SOB - Son Of A Bitch
Orospu çocuğu

SRY - Sorry
Özür dilerim / Üzgünüm

STFU - Shut The Fuck Up!
Sus amk / Kes sesini

SUP - What's Up?
Naber?

SYL - See You Later
Sonra görüşürüz

TBH - To Be Honest
Dürüst olmak gerekirse

TTYL - Talk To You Later
Sonra konuşuruz

TLDR - Too long, didn't read
Çok uzundu, okumadım

TMI - Too Much Information
Fazla ayrıntıya girmek / Gereksiz bilgi

TXT - Text
Yazı

TY - Thank You
Teşekkürler

XOXO - Hugs and Kisses
Öper kucaklarım / Öpüldün 

Y - WHY
Neden ?

U R - You Are
Sen

^5 - High Five
Çak bi beşlik

ve son olarak

WTF? - What The Fuck? 
Ne oluyor amk? / Noluyo lan?








23 Mayıs 2014 Cuma

PewDiePie



"How's it goin' bros? My name is Pewdiepie!"


YouTube'u sık kullanıyorsanız bu YouTube ünlüsü hakkında bir bilginiz vardır. Eğer bilmiyorsanız okumaya devam edin çünkü artık onu bilmeme gibi lüksünüz yok çünkü artık kendisinin 30 milyondan fazla takipçisi var. Peki kimdir bu PewDiePie ve nasıl bu kadar ünlü oldu?




Asıl adı Felix Ulf Arvid Kjelleberg olan PewDiePie Göteborg-İsveç doğumlu bir oyuncudur. Genelde korku oyunları, saçma sapan komik oyunlar ve AAA oyunlarını oynar. Bunun dışında aralarda soru-cevap tarzında bölümler, başka bir YouTube ünlüsü olan İtalyan sevgilisi CutiePieMarzia (Marzia Bisognin) ile hazırladığı videolar ve başka YouTube ünlüleriyle (CinnamonKen, Cryoatic...) oynadıkları oyunlarda bulunmakta.



Popülerliğini kazanmasında Frictional Games'in yaptığı Amnesia: The Dark Descent adlı korku macera oyunu ve bağımsız sadist bir flash oyunu olan Happy Wheels yardımcı oldu. Popülerliğini arttırıp para kazanmaya başladıktan sonra İsveç'ten ayrılıp İtalya'ya taşındı ve Marzia ile yaşamaya başladı.. Daha sonradan daha iyi internet bağlantısı ve bir takım nedenlerden ötürü şu an kendisi İngiltere'de yaşamakta. Amerika başta olmak üzere farklı ülkelere gidip gelmişliği de var. Video yüklediğiniz zaman videonuz öncelikli olarak bulunduğunuz ülkedeki insanlar tarafından görülür. PewDiePie 3-4 farklı ülkede video yüklediği için insanların videolarını görme ihtimalini arttırdı. Amatörce oyun videoları kaydederken zaman içinde daha kaliteli ekipman ve programlar kullanarak kalitesini arttırdı ve kendini bozmadı. Sonuç olarak da şu an ki popülerliğine kavuşmuş oldu.

Fridays with PewDiePie videolarından birinde PewDiePie'ın anlamını açıklamıştır. Lazer silahından gelen pew sesi, ölmek anlamına gelen die ve PewDie hesabının şifresi olan pie yani pay hepsi bir araya geliyor ve PewDiePie oluyor. PewDiePie varillerden nefret eder, Amnesia'daki ucube yaratıklara bro der, Stephano yakın arkadaşıdır. Bazı oyunlarda PewDiePie için hazırlanmış gizler ve easter egg'ler bulunmaktadır. Yapımcılar da onu sever neticede hangi oyunu oynuyorsa insanlar o oyunlar ilgilenmeye başlar. Oyun marketten kaldırılmadan önce koyduğu Flappy Bird videosu 10 milyondan fazla kez izlenmişti.
  

Her ne kadar takipçisi ve hayranı çok olsa da sevmeyeni de bir o kadar çok PewDiePie'ın. Sevmeyen insanlar tepkilerini yapmacık, çocuksu, kızımsı ve bayağı bulduklarını söylüyor. Kimi zaman ciyak ciyak bağırması ve sululuğun dozunu kaçırdığı oluyor ama onu komik yapan etmenlerden biri bu umursamazlığı ve ciddiye alması. Yeterince iyi oynamadığını ve yaratıcı olmadığını düşünenler de az değil. Öncelikle iyi bir oyuncu olduğundan emin olabilirsiniz. Yaratıcı kısmına gelince videolara yaptığı düzenlemeler  Bunun dışında genel bir kıskançlık ve imrenme söz konusu. Koyduğu video saatler içinde milyon kez izlenmiş oluyor, tek başına deli para kazanıyor ve bu da insanları rahatsız ediyor.

Son olarak videolarına yapılan yorumların çoğunun spam, kavga, hakaret ve kendini şovunu yapma içerikli olduğunu ve bu yüzden gerçek brolarının yorumlarını göremediğini söyledi ve YouTube yorumlarını sonsuza kadar kapattı. İleride açar mı bilinmez ama kendisine Twitter ve Facebook'tan ulaşabiliyorsunuz.

Bu kadar okudunuz ne tarz videoları olduğunu merak ediyorsanız aşağıdaki çeşitli videolarında alınmış montaj videosuna göz atabilirsiniz. Bir "bro" olmak ya da önemsememek size kalmış.







5 Mayıs 2014 Pazartesi

Anime Sorunları




Animeleri severiz. Yaratıcıdırlar. Diğer çizgi filmlerden keskin bir şekilde ayrılırlar her birinin kendine ait tarzı vardır. Japonya'yı, Japon dilini ve kültürünü öğretirler. Her türden, her konudan anime bulmak mümkündür. Ancak bazen animeleri en çok ben severim diyen insanı bile uyuz edecek sorunları vardır animelerin. Klişeler ve manga sorunları ayrı yazı konuları olduğu için onları ayrı tuttum. Bağlantılı olan maddeleri de peş peşe yazdım.


1 - Öncelik Japonya


Elbette tüm dünya önemli ancak anime yapımcıları doğal olarak ilk Japonya'yı düşünüyor ve animeleri de ana seyirci kitlesi olan Japonlara göre hazırlıyorlar. Genelde karakterler hep Japon oluyor ve olaylar da hep Japonya'da geçiyor. Biz diğer milletlere de artık ne verirlerse onu izlemek düşüyor. Çünkü bizler yabancıyız ve doğrudan muhatap alınmıyoruz. Onların açısından düşününce bu kontrol etmesi zor bir durum çünkü ortak bir kültür paydası bulmak da zor iş.

2 - Senin Okul Ne Zaman Bitiyor?


Japonya ile az buçuk alakanız varsa eğitim sisteminin ne kadar iyi ve bir o kadar da acımasız olduğunu bilirsiniz. Kazdıkça daha derine ve karanlığa gidiyorsunuz. Bizim üniversite giriş sınavları onların sınavlarının yanında şaka gibi kalır. Rakipler güçlü, sınavlar zor, aradan sıyrılmak zor ve tüm bu karmaşadan sağ salim çıkmak en zoru. Aşırı stres ve baskı yüzünden ağır bunalımlara girip intihar eden öğrenciler var. Bir çocuğun intihar etmesi kadar kötü bir şey olamaz. Benim çıkarımıma göre bunların da etkisi olarak manga sanatçıları ve şirketler öğrencilere iltimas geçiyor olabilir. Zor ve sıkıcı okul hayatlarını değiştiremezler belki ama en azından farklı dünyalar sunarak bir şekilde keyiflerini yerine getirebilirler.

Demin bahsettiğim ana kitlenin de özü genç yaştaki seyirciler ve bu yüzden onlar hedef alınıyor. Bu yüzden çölde gezer gibi dönüp dolaşıp liseye geliyoruz. Üniversitede geçen animeler de var ama az. Az... Peki bu neden sorunlar arasında? Çünkü nedeni ne olursa olsun çok fazla okul, lise temalı animeye maruz kalınca bir süre sonra içinizden "Yine mi okul, yine mi lise lan?!"  diye bağırmak geliyor. Belki okul hayatınız sıradan ve vasat geçtiği için kıskanıyor da olabilirsiniz, kim bilir.

3 - Yayında Değiliz



Sevdiğiniz bir anime ülkenizde yayınlanmıyor mu? O zaman stream sitelerine ya da torrentlere muhtaçsınız. Bazı ülkelerin animelere bakış açısı iyi olmadığı için (kendini Pokemon sanıp atlayan çocuklar da sağolsun) animeler o ülkelerin kanallarında ya hiç yayınlanmıyor ya da bir görünüp bir yok oluyorlar. Tek sorun anime antipatisi değil reytingler de hesaba alınıyor ve telif ücreti vesaire işin içine girince fatura kabarıyor. Bunu az kişi izler onlar da bize yaramaz, boşuna para verip yayınlamayalım diyorlar. Olan yine bize oluyor.


4 - Japonca Biliyor Musunuz?




Japon değilseniz ya da Japonya'da yaşamıyorsanız Japonca bilme ihtimaliniz düşüktür. Oldukça zor bir dildir. İyi bir okula ya da dershaneye gidebiliyorsanız dil eğitimi alabilir en kötü kendi başınıza çalışarak Japoncanızı geliştirebilirsiniz. Japonca bilmiyorsanız geçmiş olsun, altyazıya ya da dublaja razısınız. Dublaj olayı bütünlüğü bozduğu ve doğal olmadığı için tartışmalı. Altyazılara gelince ise elinizde pek çok seçenek mevcut. Birbirinden farklı çeviri ekipleri hızlıca animeleri çevirip yayınlıyor. Tabi burada da ufak bir sorun var. O da deneme yanılma yöntemiyle iyi olanı bulmak. Bazı çevirilerde şarkı sözünden arka planda kalmış tabelada yazan yazıya kadar her şey çevrilmiş iken bazılarında sadece konuşmalar çevriliyor. Az çoktur kuralı burada geçerli değil çünkü Japon kültürü öyle zengin ki her şeyi bilip anlamanız mümkün değil. Tam tadını alabilmek için ek yazılar da şart yani.

Her ne kadar animeden animeye değişse de zaman zaman o kadar çok yazı okuyorsunuz ki takip etmeniz mümkün olmuyor ve zırt pırt durduruyorsunuz. Bir süre sonra da "Eh arkadaş yazdıkça yazmışsınız. Okuyor muyum, izliyor muyum belli değil." şeklinde sitemler ediyorsunuz. Merak etmeyin, bazen Japonlar da takip edemiyor.

5 - Fanservice



Moe'lerden sıkıldınız mı? İri göğüslü, bol frikik veren kadın karakterler size itici mi geliyor?

Söz konusu animeler olunca şirinlik ve/veya cinsellik her zaman satar. Cinsellik anlaşılır ama "Neden şirinlik?" sorusunun cevabını bilmiyorum. Bu böyle gelmiş böyle gidecek. Animelerin yapımı maliyetli olduğu için izleyeci çekme amaçlı bu tarz şeyleri animelere katıyorlar. Ancak bazen ölçüyü kaçırdıkları oluyor. Animelerde cinselliğin odağında çoğu zaman kadınların olması, tacizin komedi unsuru olarak kullanılması, abartı sahneler çoğu seyirciden olumsuz eleştiriler alır. Fanservice kitlesini oluşturan otaku, nerd ve abazan tayfası hariç. Onlara ne verseniz tüketirler.

6 - Manganın Gerisinde Kalmak

Manga ve animelerin yarışı adil bir yarış değildir. Animelerin %85-90'ı mangalardan uyarlanmaktadır. Dolayısıyla önce manga başlar yarışa, anime de arkasından gelir. Manga animeye tur bindirirken anime bir türlü ona yetişemez. Çoğu zaman anime mangayı geçemez ama en azından yarışı bitirir.


7 - Animenin Erkenden Bitmesi

Anime bazen kestirmeden ya da farklı bir yolda gitmeye çalışır ve bitiş çizgisine de ulaşır. Ancak yarışı layığıyla tamamlamamış, hile yapmıştır. Galip sayılabildiği gibi eleştiri oklarının hedefi de olabilir. Bazen de yolun ortasında ya da bitişe doğru nefesi kesilir ve yere yığılır. Ne olup bittiğini anlamayız. Kendini çok mu zorladı, hazır mı değildi diye her bir ağızdan laf çıkar. Şanslıysa bir şekilde ayağa kalkıp yarışa devam eder, şanssızsa bir daha ayağa kalkamaz.


8 - Gerçi Burada Kesilmemişi Var



Bazen mangadan animeye çevrilirken bazen de televizyonda yayınlanacağı zaman animeler sansüre uğrar. Çünkü kafanıza göre televizyonda her şeyi gösteremezsiniz. Özellikle çocuklara hitap eden bir animeyi yayınlıyorsanız. Ortalığı kan ve organ götürmesi, sigara, satanizm içerikli semboller, küfür ve çıplaklık gibi arıza çıkarak unsurlar örtülür. Sahne komple atılır, kan vahşet içeren bölüm bulanık ve karaltılı olur, çıplaklık flu ya da sevimli şeyler tarafından kapatılır. Bu şekilde kontrol altına alınmış olur.

Peki ya yapımcı firma bazı sahneleri sansür derdi olmadan kasten çıkarttıysa ne olacak? İşin içine yine para girdiği için satış yapma amaçlı bu yola başvuruyorlar. Biraz açgözlülük, biraz çakallık. Sonuç olarak sansürsüz izlemek istiyorsanız çıkartılmış, orijinal sahnelerin bulunduğu Bluray ya da DVD setlerini alacaksınız. Tabi bulunduğunuz ülkede bunlar satılıyor ya da dışarıdan getirtmek için yeterli paranız varsa. En kötü ihtimal çatır çatır indireceksiniz.

Şakası sıkça yapılır seyircinin ama asıl amacı olan animeyi olması gerektiği gibi izleyebilmektir, çıplaklık görmek değil.

9 - Teknik Aksaklıklar



İzlediğiniz animenin video dosyası bazen sorunlu oluyor bu yüzden ses geriden gelebiliyor ya da takıla takıla izliyorsunuz. En kötüsü ise sizinle alakası olmayan dudak-ağız senkronu. Eski ya da bütçesi düşük animelerde bu durum daha çok göze batıyor. Nedendir bilmem bunun olduğuna kimseyi inandıramıyorum. Bu yüzden tek sorun eden ben gibi gözüküyorum. Bu sorunu karakter konuşurken ağzı hareket etmesine rağmen sonradan, geç konuştuğunda fark edebilirsiniz.

10 - Kalan Sağlar Bizimdir




Gerek animelerin herkese hitap etmeyen yapısından ötürü, gerek yeterince tanıtımı yapılmadığı için pek insan anime sevmiyor ve izlemiyor. Animelerin dünya çapında geniş bir kitlesi var ancak bu kitle daha da genişletilebilir. Ne yazık ki genel olarak anime izleyicileri yedikleri laflar (arada, hâlâ, kaç yaşına geldin çizgi film mi izliyorsun diyen salaklar çıkıyor mesela) ve başarısızlıklar sonucu pes etmiş durumda. Bu sorumluluğu biraz olsun yapımcı şirketlerin, televizyon kanallarının vesaire üzerlerine alması gerekirdi. Japonya cennet gibi gelebilir ancak diğer ülkelerde bir şekilde hep azınlıktasınız ve durmadan mücadele etmeniz gerekiyor.

3 Mayıs 2014 Cumartesi

Futbolu Sevmemek




Türkiye'de yaşayan bir erkek çocuğu isen ve futbola ilgin yoksa sosyal hayata 1-0 geride başlıyorsun. Gittiğin okul, yaşadığınız mahalle, futbol oynayan ve konuşanlarla dolu oluyor. Maça gidenler, yürüdüğün kaldırımda tezahürat yaparak, kahve kıraathane ve barlarda maç izleyenler de cabası. Buna rağmen sen futbolu sevmiyor, futbolla ilgilenmiyorsun. Büyürken bu yüzden sürekli laf yiyor, dalga konusu oluyor ve dışlanıyorsun. Futboldan soğuyor, uzaklaşıyorsun. Mecburen arada maç izlemek durumunda kalıyorsun. Sonra da oturup böyle bir yazı yazıyorsun. Futbolla ilgili pek çok şeyi bilmem ama tespitlerde bulunacak ve eleştirecek kadar bilgi sahibiyim. Sizin farklı nedenleriniz olabilir. Çok seviyor olabilirsiniz. Ama ben sevmiyorum, sevmek de istemiyorum. Umarım yazdıklarıma birileri hak verir.

1 - Doyumsuzluk

Sıkça şahit olduğum bir durum. Ev sahibi takımın rakip takımla maçı var diyelim. 4-0 önde gidiyor ve maçın bitmesine az kaldı. Top forvet oyuncusunun önüne geliyor ve bir anlık hatayla 5. golü alamıyor. Sonra maçı izleyenlere bakıyorum anında tepki gösteriyorlar. 4 gol atmış takımın, maçı da kazanıyorsun neyine yetmiyor senin? Herkes sürekli kazanmak ve daha fazla kazanmak istiyor. Kupon dolduranlar, hisse alanlar, para yatıranlar... Bir şeyi bilmenizi istiyorum. Her maçı kazanamazsınız ve kazanmak zorunda da değilsiniz.

2 - Yenilgiyi, Hataları Kabullenmeme ve Ders Çıkarmama

"Hakem hatalıydı, karşı takıma çalıştı. 4-4-2 düzeni bize uymadı. Yağmur yağdı." gibi bahanelerle takımlar kendi hatalarını kabullenmiyor. Taraftarlar da yenilgiyi kabullenmiyorlar ve sonrasında çıldırıp oraya buraya saldırıyorlar. Karşı takım tuttuğun takımdan iyi oynarsa yenilirsin ama sen nerede hata yapıyoruz sorusunu sormak yerine daima başka şeyleri suçla. Değil çuvaldızı iğneyi bile kendine batırma.

3 - Saldırganlık ve Nefret

Aynı ülkenin, hatta aynı şehir takımlarının bile birbirlerine takındıkları saldırganca tutumlara anlam veremiyorum. Küçüklüğümden beri Galatasaraylılar ve Fenerliler, Karşıyakalılar ve Göztepeliler kavgalı mesela. Futbolcular bile sürekli birbirlerine laf sokup, küfrediyor. Arada bir iki olay oluyor futbol kardeşliktir falan deyip barışıyor sonra tekrardan başlıyorlar birbirlerini yemeye. Herkes birbirini düşman ilan ediyor ve savaşa çıkarmış gibi hazırlıklar yapılıyor. Sanki top değil gürzle oynanıyor maç. Maç öncesi kavga, maç sırasında saha içi yabancı madde yağmuru, maç sonrası yine kavga. Küfür, kıyamet, tehdit edilenler, bıçaklananlar, dayak diyenler, öldürülenler... Neden? Çünkü böyle deşarj oluyoruz. Anlamıyorum. İçini döküp rahatlaman gerekirken daha çok doluyor, deşarj olacakken daha çok şarj oluyorsun. Nasıl bir terapidir bu?



4 - Tahammülsüzlük

Futbol sevmiyorsan dışlarlar. Futbolu seviyor ol yine de yetmez. Onlarla aynı takımı tutmak zorundasın. Başka bir takımın formasını giymen, tezahüratını yapman kabul edilemez. Şehrinin takımının taraftarları bağıra çağıra gezer, insanları rahatsız eder ve sen tek kelime edemezsin. Edersen de anında sana saldırırlar çünkü sana tahammül edemezler. Sözüm sana taraftar. Diğer takımlardan bu kadar nefret ediyorsun ama bir düşün. Onlar da olmasa kiminle maç yapacaksın?

5 - Irkçılık

Her maç öncesi ırkçılığa hayır yazıları çıkıyor ama gerçekten işe yarıyor mu? Yarıyorsa sahaya muz atmak nedir? Aklı başında biri bunu yapar mı? Başka bir ikiyüzlülük daha var. Tuttuğun takımdaki siyahi oyuncuyu gol atarsa sever takdir edersin ama hata yaparsa ya da karşı takımın siyahi futbolcusu sana gol atarsa anında "pis zenci" diye bağırırsın.

6 - Savurganlık

Çitlediğin çekirdekler, çıkardığın çöp ve pislik dağ gibidir ama maça odaklanmaktan umurunda olmaz. Kitap almazsın, albüm almazsın, müzeye sinemaya gitmezsin, tiyatro izlemezsin; ama spor gazetesi okursun, sırf maç izlemek için evine televizyon koyar, uydu bağlatırsın, 400 lira verip bilet alırsın. Gelecek nesiller için harcamak yerine milyon euro ödeyerek takımına yabancı oyuncu transfer ettirirsin. Şehrinde yoksul aç insanlar varken milyon dolar ödeyerek stadyum yaptırır üstüne bununla övünürsün.



7 - Şike, Rüşvet Vesaire

Dönen, yuvarlanan tek şey top olsaydı keşke. Futbol bir çamaşır makinesi gibi kirli parayı içine alıp yıkıyor. İşin içinde öyle büyük paralar dönüyor ki iş eğlenceden spordan çıkıyor. Uygunsuz, bozuk, berbat bir düzen hüküm sürüyor.

8 - Zoraki Kontrol

Ülkede olup biten yanlışları eleştirmek doğal bir hak iken bunu stadyumda ya da dışarıda formanı giyip yapınca olay çıkıyor. Tehdit ediliyor, fişleniyor, gözaltına alınıyor ve dayak yiyorsun.

9 - Bağımlılık

Futbol gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerin afyonudur. Kitleleri kendine çeker ve bağımlısı haline getirir. Eksikliğinde ise bağımlıları kriz geçirir ve kendini kaybeder. Gözleri futboldan başka bir şey görmez, önemsemez.

10 - Fanatizm

Yukarıdaki maddeleri de içine alır. Futbol kişi ve grupların tutundukları tek dal olmuş. O dalı bırakmamak için kendilerini ve gerekirse önlerine çıkan herkesi parçalıyorlar. "Erkek adam futbol sever. Erkek adam maç izler." diye diye futbolu erkekliğe zorla diktiler. Oyun oyun olmaktan, tutku olmaktan çıkıp iğrenç bir şeye dönüştü. Bazı taraftarlar insanlıklarını kaybetti ve hepsi canavar oldu..


Benim için futbol böyle bir şey işte.


20 Nisan 2014 Pazar

Çekirdek Kitle



Dışarıdan gelen kimsenin giremeyeceği yerler vardır. Gizli kulüpler, cemiyetler vs. Bazı arkadaş grupları da böyledir. Birbirini uzun zamandır tanıyan insanlar çoğunlukla sadece birbirleriyle vakit geçirirler bu yüzden yeni insanlara karşı soğuk, ilgisiz davranırlar.

Sosyalleşmek isteyen insanın çektiği eziyet bambaşkadır. İçinde bulunduğu soğuk yalnızlıktan çıkmak biraz olsun ısınmak istiyordur ancak bu çekirdek kitlelerden biri çıkıp elini uzatmaz. Çünkü o yalnız insanın bir önemi yoktur. Kendilerine yetiyorlardır. Yeni insan farklı da olsa merak uyandırmaz, ilgi çekmez. Ne benzerlikler ne de farklılıklar önem taşır. O insana ihtiyaç duyulmaz bu yüzden de arkadaşlığı önemli değildir. Üstelemek, kendini kabul ettirmeye çalışmak her zaman işe yaramayacağından çaresizce terk eder yalnız insan onları. Belki o grupla ortak yönleri vardı, iyi geçinebilir hatta çok yakın olabilirlerdi. Ama olmadı.

Sıcak evinde oturuyorken kaç kişi evsizleri düşünür ki?

17 Nisan 2014 Perşembe

Sayonara Zetsubou Sensei



Pesimist hoca mı olurmuş?

Bazı öğretmenler vardır öğrencilerin hayatında izler bırakan. Bize bir şeyler öğretmek için çabalayan, kimi zaman rol modeli kimi zaman da tam bir uyuz olabilen birbirinden farklı insanlarla tanışır dururuz. Japonya'da eğitim sistemi zor ve yoğun olduğu için çocuklarda okul hayatı, öğretmenler önemli yer tutar. Ancak hiçbir öğretmenin Nozomu İtoshiki  kadar sıradışı olduğunu sanmıyorum.



Nozumu İtoshiki aşırı karamsar bir adamdır. Her şey onu umutsuzluğa sürüklemektedir ve kaçmak için sürekli olarak intihar etmeyi düşünür. Bir gün kendini asacakken bir öğrenci ona engel olur intihar girişimi başarısızlıkla sonuçlanır. Bir lisede 2-H adlı sınıfın sınıf öğretmeni olur ki tam adamını bulmuşlar. Ancak öğrenciler de normal değil dahası ondan da beter durumdadırlar. Aşırı mükemmeliyetçi kızdan, hikikomoriye kadar bir sürü sorunlu, garip (çoğu kız) öğrencileriyle uğraşması gerekmektedir.





İntihar, karamsarlık dedik ama anime oldukça matrak ve absürd. Satirik kara mizah diyebiliriz aslında animenin türü olarak. Nozomu hayat bilgisi dersleri verirken bazen Japon toplumunu, bazen de insan davranışlarını eleştiriyor. Bireyin bilme hakkı kadar bilmeme hakkının olması gibi ilginç gündelik yaşamda pek tartışılmayan şeyleri de savunuyor, ne derece katılırsınız bilemem. Sensei'nin "ZETSUBOU SHITA!" patlamaları, öğrencilerin tepkileri, toplum eleştirileri, gerçekle hayalin iç içe geçmesi oldukça keyifli. Bazı animelerde olduğu gibi karakterlerin yerini değiştirince yeni anlamların çıktığı Kanji oyunları da var. Bazı animelere göndermeler ve neet otaku muhabbetleri de var. Ayrıca tıpkı Bakemonogatari serisinde (ikisinin de arkasında SHAFT var bu arada) olduğu gibi çok fazla yazı ve diyalog geçebiliyor ki bu biz Japon olmayan seyirciler için sıkıntılı bir durum. Bazen durdura durdura izlediğim için olması gerektiğinden daha uzun sürede bitirdiğim bölümler oldu.


12 bölümlük kısa bir seri gibi gözüküyor ama sadece bu kadar mı? Hayır. Bittikten sonra sırayla Zoku Sayonara Zetsubou Sensei'yi, Goku Sayonara Zetsubou Sensei ve Zan Sayonara Zetsubou Sensei'yi izlemeyi de unutmayın. Uçuk şeyleri seviyorsanız hepsi sizi tatmin edecektir.


9 Nisan 2014 Çarşamba

Dizi ve Film Terimleri



Özellikle yabancı dizi ve filmleri takip ediyorsanız (ve İngilizcenizi geliştirmek istiyorsanız) bilmeniz gereken bir takım terimler var.

Academy Awards: Akademi ödülleri, Oscar.
Adaptation: Uyarlama.
Antagonist: Ana karakteri engellemekle yükümlü olan kişi, kötü karakter de denebilir.
Anticipated: İlgiyle beklenen.
Behind the Scenes: Kamera arkası.
Best Picture: En iyi film
Blockbuster: Büyük hasılat yapan dizi/film.
Bloopers: Genelde komedi (sitcom) dizilerinde bölüm sonunda gösterilen çekim hataları.
Body Double: Bir oyuncuya tıpatıp benzeyen başka bir oyuncunun kullanılması. Dublörden biraz farklıdır. Bazı kadın oyuncular çıplaklık ya da seks içeren bir sahnede kendileri yerine başka bir oyuncunun oynamasını ister.
Box Office: Gişe hasılatı.
Budget: Bütçe.
Cast: Dizide/Filmde rol alan oyuncular
CC (Closed Captions): İşitme engelliler için hazırlanmış altyazı. Konuşmalar dışında çıkan ses ve çalan müzikler de yazılır.
Cut Scene: Ara sahne.
Cameo: Dizide sürekli olarak rol almayan genelde tek bir bölümde oynayan konuk oyuncu.
Catchphrase: Karakterin söylediği onu ve diziyi popüler yapan söz. 
Örnek: Homer Simpson'ın "Doh" demesi.
Cold Open: Bölümün açılış sahnesi olmadan ya da açılış sahnesinden önce başlaması.
Cliffhanger: Seyirciye bir sonraki bölümü merak ettirmek için bölüm sonunda belirsiz, merak uyandıran bir olayın olması.
Örnek: Sezonun son bölümünün sonunda bir silah ateşlenir ama kimin kurşunu yediği belli değildir.
Closing Theme: Kapanış sahnesi
Credits: Jenerik, emeği geçenler.
Dubbing: Dublaj
Deleted Scene: Yayınlanmadan önce bölümden çıkartılmış sahne.
Easter Egg: Aslen paskalya yumurtası anlamına gelir. Dizide/Filmde bir sahnede ön planda olmayan yine de görülebilir bir yerde duran referans, giz.
Örnek: Bir televizyon dizisinde dolabın üstünde Alien'ın figürünün olması gibi.
Episode: Bölüm
Flashback: Geçmişten bir olayın gösterildiği sahne.
Flashforward: Gelecek bir olayın gösterildiği sahne.
Gross: Hasılat.
Line: Karaktere ait replik, söz.
Mistake: Gözden kaçmış, farkedilmemiş ve dizinin/filmin bütünlüğünü, atmosferini bozan hata.
Örnek: Ortaçağ filminde oyuncunun kolunda kol saatinin olması.
Nominee: Aday
Opening Theme: Açılış sahnesi
Opening Weekend: Açılış haftası. Filmin vizyona girdiği ilk hafta
OST (Original Soundtrack): Dizide/Filmde çalan müziklerin olduğu toplama albüm.
Pilot: Dizinin ilk ve genellikle en uzun bölümüdür.
Prime Time: Televizyonun en çok izlendiği, reklamların en pahalı olduğu zaman kuşağı.
Prequel: Önceki bölüm/film.
Previously on ... : Önceki bölümlerden gelen önemli olaylar topluluğu.
Protagonist: Ana karakter.
Quadrilogy: Dörtleme.
Quote: Karakteri diğerlerinden ayıran, dizide önemli yeri olan sözleri.
Rant: Karakterin çoğunlukla başka bir karakteri ezmek ya da aşağılamak için konuşması, nutuk atması, atıp tutması.
Rating: Reyting, izlenme oranı.
Release Date: Bölümün/filmin gösterim tarihi.
Replacement: Bir oyuncunun yerine başka bir oyuncunun konması. Bazen karakter aynı kalır ama oyuncu değişir, bazen karakter tümden çıkarılır.
Runtime: Dizinin/Filmin uzunluğu.
Scene: Sahne
Season: Sezon, bölümler topluluğu.
Screenplay: Senaryo
Season Finale: Sezonun son bölümünün yayınlandığı tarih.
Season Premier: Sezonun ilk bölümünün yapıldığı tarih.
Sequel: Devam bölümü/filmi.
Side Story: Konuyla bağlantılı ama doğrudan alakalı olmayan hikaye, yan öykü.
Stuntman: Dublör. Genellikle tehlikeli sahnelerde oyuncunun yerini alır.
Subtitle: Altyazı
Summary: Özet.
Supporting: Yardımcı oyuncu.
Synopsis: Özet.
Teaser: Dizi/Film hakkında merak uyandıran, fragmandan önce gelen tanıtım filmi.
Timeslot: Dizinin yayınlandığı gün ve saat.
Title: Bölümün adı.
Trailer: Dizi/Film hakkında bilgi veren tanıtım filmi. Fragman.
Trilogy: Üçleme
TV Series: Dizi film.
Twist: Kurgunun beklenmedik şekilde değişip seyirciyi şaşırtması, sağ gösterip sol vurması da denebilir. Örnek: Gerçek kötünün en beklenmeyen kişi olması.
Unaired: İlk başta yayınlanması düşünülmüş ancak sonradan yerine başka bir  konduğu yayınlanmamış sahne ya da bölüm.
Uncensored: Sansürlenmemiş, sansüre uğramamış.
Unscripted: Önceden planmamış, doğaçlama gerçekleşen an ya da diyaloglar için kullanılır.
Winner: Kazanan


Reyting (Derecelendirme) Sistemleri:

Peki ya fragmanlarda ya da dizilerde gördüğünüz harfler ne anlama geliyor?

G (General Audience): Genel izleyici
PG (Parental Guidance): Ebeyevn gözetimi altında küçük yaştakiler izleyebilir. Yaş aralığı değişiklik gösterebilir.
R (Restricted): Yetişkinlere yöneliktir. 18 yaşın altındakiler için uygun değildir.
NC-17: 17 ve 17 yaşının altında olanlar için uygun değildir.

TV-Y: Çocuklar için uygun.
TV-G: Tüm seyirciler için uygun.
TV-PG: Genç seyirciler için uygun olmayabilir.
TV-MA: Yetişkin seyirciler için uygun.

D (Suggestive Dialogue): Uygun olmayan diyaloglar içerir.
L (Coarse Language): Kaba dil, küfür içerir.
S (Sexual Content): Cinsellik içerir.
V (Violence): Şiddet içerir.

16 Mart 2014 Pazar

Paronia Agent



Paranoya tehlikeli bir duygudur

İzlediğim her yapımıyla daha çok üzüldüğüm, keşke dediğim biridir Satoshi Kon. Tarzını, karakterlerin yapılarını ve psikolojiye yoğunlaşmasını seviyorum. Geç de olsa Paranoia Agent'ı izledim ki kendisi diğer yapımlarından farklı olarak film değil bir anime seri.

Tokyo'da eli sopalı (bizdekiler gibi değil ama bu) ve patenli biri insanlara vurup kaçmakta ve bu da doğal olarak toplumda bir paniğe yol açmaktadır. İşin ilginç yanı Shounen Bat olarak nam salmış bu saldırgan bir ilkokul çocuğu olarak tasvir edilir. Maromi adlı pembe köpek katakteriyle popüler olmuş tasarımcı Tsukiko Saki saldırganın ilk kurbanı olduktan sonra dedektif Keiichi Ikari ve Mitsuhiro Maniwa soruşturmayla ilgilenmeye başlarlar. Shounen Bat kimdir ve ne amaçla bunu yapıyordur?



Kimi zaman insanı üzen, kim zaman uçukluklarıyla güldüren ama her seferinde şaşırtan bir anime Paranoia Agent. Günlük hayatta yaşadığımız izleniyormuşuz hissi, bizi huzursuz bırakan duygular, arkamızdan konuşulması ve iş çevrilmesi gibi bizi paranoyaya bağlayan pek çok şeyi konu almış. Yaşadığımız modern çağda ne kadar huzursuz, stresli ve bazen mutsuz yaşamlarımızın olduğunu bize gösteriyor.



13 bölümlük kısa denebilecek ama tadında bırakılmış güzel bir anime Paranoia Agent. Karakterlerin seyirciye bakarak her ne kadar biz duyamasak da histerik kahkahalar attığı ve her birinin kafayı yemiş gibi göründüğü açılış sahnesi de gelmiş geçmiş en ilginçlerden biridir.